9 Ekim 2015 Cuma

mardin bienalinde performance (mendilimde gül oya)












''İstanbul'da Hıyar, Mardin'de Cacık Mı Olduk?''
Yaşamını ve üretimlerini Mardin’in Kızıltepe ilçesinde sürdüren fotoğraf, video ve enstalasyon sanatçısı Mehmet Ali Boran 3. Mardin Bienali’nin açılışında ''Mendilimde Birkaç Oya'' isimli, bienalden bağımsız ve korsan bir performans gerçekleştirdi. Mardin’li sanatçılardan Fatih Tan sanatçı Boran ile Mardin Bienali’nde gerçekleştirdiği işinin üretim sürecini ve bienali konuştular.

Fatih Tan: Senin naif performansından başlamak istiyorum, Bienal açılışı sırasında sırt çantandan çıkardığın sarı zarflar içinde mendiller dağıtıyordun. Bienal dahilinde yapılan bir performans olarak algılandı; hatta bienal açılışında halay başının elinde sallanan bir mendilini gördüm. Herhalde hedeflediğin ironi fazlasıyla gerçekleşmişti. Sonrasında anlaşıldı ki sen bağımsız eleştirel bir performans yapıyordun. Mendillerin üzerinde iğneyle nakşettiğin ''O Mardin Biennial Welcome'' (‘Hoş geldin ey Mardin Bienali’) yazısı vardı. Malzeme olarak mendil seçme nedenin neydi? Ve son olarak mendilin üzerindeki yazıyı bize biraz açabilir misin? O yazıyla bizlere ne anlatmak istedin?

Mehmet Ali Boran: ''Mendilimde Birkaç Oya'' adındaki 3.Mardin Bienalinin açılışında gerçekleştirdiğim performans 1. ve 2. Mardin Bienali’yle gerçekleştirilmeye çalışılan ancak bir türlü tamamlanamayan ve 3. Mardin Bienaliyle devam ettirilmek istenen Mardin'e dair yersiz anlatılarla bezenmiş, bienal ve benzeri etkinliklerin ortaya koymaya çalıştıkları kavramlar etrafında dönen ve oluşturulmaya çalıştıkları algıya karşı bir duruştu.
2010 ve 2012 yıllarında gerçekleşen Mardin bienallerinin açılış törenlerinde bütün geceye ve bienale damgasını vuran davullu zurnalı, sazlı sözlü özellikle şivesi bol olan çocuklarla devam eden bienalde bir eksiklik gözlerden kaçıyordu. Halayın başını çekenlerin ellerinde sallayacak mendilleri yoktu. Ben de bir sanatçı olarak bienal tarafından halay ve benzeri faaliyetlerle oluşturulmaya çalışılan bu algının eksik kalan bu kısmını tamamlamak adına 3. Bienal için kültürel öğelerle bezenmiş bir mendil yapmak için yola koyuldum.
25x25 ebatlarda kırmızı pamuklu bir mendil üzerine klasik bir Mardin silueti düşündüm; bir dağ, dağın sol tarafında cami minaresi, sağında ise kilisenin çan kulesi, bunların üzerinde uçuşan güvercinler, siluetin altında da ''O Mardin Biennial Welcome'' yazısını yerleştirdikten sonra Kızıltepe'de (Mardin) bir terzinin yolunu tuttum. Birkaç hafta sonrada kırmızı pamuklu bezin üzerine nakşedilmiş tasarımım mendile dönüşmüş halde bana teslim edildi. Sarı zarfların içerisine teker teker katlanarak yerleştirilen mendiller 3. Mardin Bienali’nin açılış töreninde konuklara dağıtıldı. Kimileri zarftan mendilleri çıkarıp katladı ve ceketinin mendil cebine yerleştirdi. Bazıları mendilin üzerindeki yazıyı okuyup ''Hoşgeldin Ey(kutsal) Mardin Bienali'' yazısını okuyup burun kıvırdı. Kimisi bunun bienal ekibinin bir armağanı zannedip dostlarına hediye etmek için çantasına yerleştirdi. Birilari de mendili alıp halayın başında sallandırdı ve göbek attı. Şu anda Mardin'de otantik malzemeler satan bir dükkânda satışını gerçekleştiriyoruz.

Mardin Bienali konseptine değinmek istiyorum. ''Mitolojiler''i kavram olarak güncel sanatta nasıl konumlandırıyorsun? Bir ikincisi ölçeği biraz düşürürsek Mardin özelinde ne gibi mitolojik figür ve hikâyeler var? Çünkü 1. ve 2. Mardin Bienallerinin konsepti de aynı minvalde yazıldı, dolayısıyla Mardin'in gerçeği mütemadiyen bir ''mit'' olgusuna bağlanıyor. Bunları bize açabilir misin?
Evet, bağlamından koparılmaya çalışılan bir şehir anlatısı var. Ağızdan ağıza dolaşan anneannemizden annemize, annemizden bize, bizden de çocuklarımıza ve torunlarımıza aktarılan sadece Mardin'e özgü tek gözlü uçan kahraman hikâyelerini duymadım, bilmiyorum. Ancak Mardin'de bir şahmeran hikâyesini herkes kadar ben de iyi bilirim. Hatta bununla ilgili 2013 yılında bir fotoğraf çalışması gerçekleştirdim. Mardin'de güneşli bir günde berber getirip şahmeranı evin damına çıkartıp tıraş ettim, onu gün yüzüne çıkardım. (''Şahmeran'' dijital baskı 2013)
Annemin annesinden dinlemiş olduğu ve annesinin birebir maruz kaldığı cumhuriyet döneminden hemen önce başlayan Ermeni katliamının ne denli korkunç olduğunu anlatan hikâyeleri çokça dinledim. Benim jenerasyonum dâhil burada yaşayan herkesin Ermeni soykırımına dair birçok dinlemişliği vardır. Fatih Akın bunu ''The Cut'' (Kesik) adlı filminde belgeledi.
İlginçtir, bienalin ana mekanlarından ''Mor Efrem Manastırı'' bir Ermeni manastırıdır. Ayrıca bienalin bir diğer ana mekânı olan ''Alman Karargahı'' Atanyam adında varlıklı bir Ermeni ailenin konağıydı. Ama maalesef 3. Mardin Bienalinin de konsepti katliamın 100. yılında mitolojilere bağlandı. Keza 1990'larda yaşanan siyasi çatışmaların 2000'li yılların başında dönüştüğü travmalar ve bugün hala süren politik gerilimler Mardin'de yaşamın ta kendisidir. Tüm bu anlattıklarım Mardin'de gündelik yaşamın bir parçası iken, bienal ekibinin kavramsal çerçevesi mitolojiler olarak belirlendi. Ve ortaya bu şekilde konuldu, ulusal ve uluslar arası medyaya bu şekilde duyuruldu. Mardin'in üzerinden üç koca bienal geçti! 1. ve 2.'si ile ortaya konan konsept yani bu şehir için sorun teşkil ettiği düşünülen veyahut sanatsal bir konu olarak irdelenmesi gereken konulara bu bienallerle çözüm bulunamadı, ya da izleyicilere ‘idrak ettirilemedi’!
Aynı konu 3. Mardin Bienali’nde Ali Artun tarafından bir kez daha kaleme alındı. 1.Mardin Bienali’nde ''Abbara kadabra'' olarak ortaya konuldu. Mardin'in sihirli abbaralarının olduğu ve bu abbaralarının içinde, yanında, ötesinde, berisinde sihirli taşlarla örülü kültürel kardeşlik ve beraberlik hikâyesinin saklı olduğu ve bunların ancak büyücüler aracılığıyla yapacağımız sihirlerle görebileceğimizi bizlere sunmaya çalıştı.
2. Mardin Bienali de 2012 yılında ''Duble Bakış'' başlığıyla hazırlandı. Bu konseptte kavramsal çerçeve şöyle belirlendi ve şunları bizlere irdeletmeye çalıştı: “Mardin'de yapacağınız seyahatlerin sayısını ikiye çıkarın, çünkü Mardin'in büyülü kardeşlik ve kültürel beraberlik ve mimari yapısına bir kere bakarak anlayamazsınız; ikinci bir defa daha bakın, belki büyülü, sihirli, kültürel kardeşlik ve mitos yönlerini görebilirsiniz.” 2. Mardin Bienali sonrası verdiğim röportajda ilk iki Mardin Bienallerindeki konseptlerin aynı olduğuna değinmiştim. Umarım bir daha yazmak veya yeni bir performans yapmak durumunda kalmam.
3. Mardin Bienali ise senin de söylediğin gibi ilk ikisinin devamı niteliğinde. Yani şöyle olmuş oluyor; 1.'sinde bir kavramsal çerçeve belirlendi. Sanatçılar bienal konseptine uygun işler üretti. Küratöryel yerleştirme gerçekleşti. Sanat izleyicileri, sanat tacirleri, basın, galericiler bienali gördü ama maalesef kavramsal çerçeve bienal tarafından bize idrak ettirilmemiş veya biz onu algılayamamış olduğumuzdan ötürü 2. Mardin Bienali de aynı kavramsal çerçevede ve bu kez farklı bir isim altında bizlere sunuldu. 2. bienalde de bu kıymetli konu idrak ettirilmemiş olduğundan olsa gerek 3. Bienalde de yine ''Mitolojiler'' adı altında bizlere sunulmaya başlandı.
13. İstanbul Bienali devam ederken bir internet sayfasında ''Anne, ben hıyar mıyım?'' adında eleştirel bir yazı yayınlayan Ali Artun başta kavramsal çerçeve olmak üzere 13. İstanbul Bienali’ne haklı eleştiriler sıralıyordu. Gezi sonrası İstanbul'da  ''Kamusal Alan'' konseptiyle izleyicilerinin karşısına çıkması büyük bir gaftı. Ayrıca, küratöryel yerleştirmelerden dem vurup İstanbul Bienali’nin, kendisine göre (ki bana göre de öyleydi) arızalarını saptayıp, biz okuyucularına güzel bir metinle sunup,  izleyicileri de ima ederek “Anne, ben hıyar mıyım?” sorusunu sordurtuyordu. Peki, İstanbul Bienali’nin kendi sanatsal hassasiyetlerini sınayarak İstanbul Bienali’ndeki arızalara görünürlük kazandıran Ali Artun Mardin'de neden arızanın kendisi oluyor? Ali Artun'un kendisi de bunun bir bienalden çok kültürel bir etkinlik olduğunun başından farkında mıydı? Avangart dönemlerde bile bu tür reel yaşamla ilintisi kestirilemeyen mitolojiler gibi bir kavramın sanata konu olma gereksinimi duyulmuyorken, sanat ve hayat temasını vurgu metni yapan çağdaş sanatın böylesine hayal ürünü bir konsept üzerinden bienallerin bağlayıcılığı var mıdır? Yoksa söz konusu Mardin olunca hazır kalıpta bir tanım olan kültürel kardeşlik ve ''taş'' hikâyesinin baskınlığı mıdır? Peki, o zaman Ali Artun'a soruyorum, ''İstanbul'da hıyar, Mardin'de cacık mı olduk?''.

Güncel Sanat Gazetesi’nin, Mayıs sayısında Vasıf Kortun'la yapılmış bir röportaj vardı, röportajda ilgimi çeken ki röportajın spotuna da koymuşlardı ''Yakında berberler ve kuaförler de küratör olacaklardır'' cümlesi çok ağır ve anlamlı bir eleştiri gibi geldi. Vasıf'ın altını çizdiği noktadan hareketle, Mardin Bienali sizce kendini iyi anlatıyor mu? Daha açık sorarsak, hangi noktalarda ve ne gibi eksiklikler görüyorsun? 
Mardin Bienali bir küratöryel çalışma yerine küratörsüz bir kolektif yapı içinde çalışmayı deniyor. Bu durumun yani küratöryel çalışmanın bir sergi ve bienal için gerekliliğini tartışması, yeni alternatifler üzerinden bienale bir izahat getirmesi gibi durumları sergi süresince takip etmeye çalışacağız. Bu kolektif yapı içinde daha önce küratöryel çalışmalarını takip ettiğim küratörler ve sanatçılar var. Daha önce yaptıkları küratöryel birçok çalışmanın da bizzat içinde yer aldım. Küratörsüz bienal diyoruz: Bu yerleştirmeyi yapmak için sanatçılar belirlendi, gösterilecek işlerine karar verildi, uygun mekanlar vs. Bunların tamamı birer küratöryel pratik olarak karşımıza çıkıyor. Ve her biri için ayrı ayrı çalışma gerektirir. Dediğim gibi üçüncü bienal için küratöryel çalışmaların sonuçlarını bekleyip görmemiz gerekecek. Bu kolektif (küratöryel yapı) biz izleyicilere bienali izletmeye devam ettirebilecek mi? En basitinden Bienal süresince sayıca çok fazla mekâna yayılmış sergilerin videolarını akşam kapatıp sabah tekrar çalıştırabilecekler mi? Bir önceki bienalde bu problemlerle çok sık karşılaşmıştık.
1. ve 2. Mardin Bienalleri sanatsal bir durumdan ziyade kültürel öğelerin servis edildiği, pazarlandığı, Mardin tanıtım günleri gibi ortaya kondu. 3. Mardin Bienali de kavramsal çerçevesini 'mit' olarak belirlediği anda bu Bienalin de nasıl görkemli etnik bir kültürel etkinliğe dönüşebileceğinin emarelerini veriyordu. Tam da bu noktada ''mendilimde birkaç oya'' adındaki performansıma davetiye çıkarılmış oluyordu.

1. 2. ve 3. Mardin Bienallerinin bu konularda ısrarcı olması, kendini bunun üzerinden dayatması ve sunmasının sebebi bölgeye dair dezenformasyonlar yaratmak mıdır?
Mardin Bienali aracılığı ile konseptle ilişkilendirilmeden yapılan çok iyi ve güzel işler de izledim, gördüm. Tanımadığım uluslararası birçok sanatçının işlerini de bienal aracılığıyla tanıdım. Küratörlerle de tanıştım. Galericiler de gördüm. Bu bir sanat döngüsü ya da algısının oluşması için yeterli bir sebep iken, yüzeyde, çok yüzeyde sanatsal üretim ve sanatın herhangi bir durumu yerine kültürel bir algı operasyonu gibi ısrarla vurgu noktaları bu tür yersiz anlatılara çekilmeye çalışılıyor. Yani sanatsal anlatının kendisi Mardin dağının güneş görmeyen arka yüzünde, kültürel hikayeler ise Mardin dağının güneş gören ön yüzünde (bakı etkisi) bienal adı altında daha suni yollarla yeşertiliyor. Mardin Bienali üzerine basında yer alan haber başlıklarından da bu durumu her şekilde görebilirsiniz. Mesela yine sanatsal bir iddia ile Mardin'de kurulan Sabancı Müzesi’nde üç yıldır bir serginin (Marius Bauer resim sergisi)  devam ediyor olması hangi sanatsal durum ve durumlara işarettir? Sabancı Müzesi İstanbul'daki müzesinde üç ayda bir sergi yeniliyorken Mardin'de neden bir sergi üç yıl boyunca devem ettiriliyor? İlk geldiklerinde çok gülümsüyorlardı ve çok heyecanlıydılar. Şimdilerde aman denilip es mi geçiliyor?
Temennim bir sonraki Mardin Bienalinin dünyanın herhangi bir yerindeki nitelikli bir bienal gibi işlemesi, hem sanatçıların hem de küratöryel çalışmaların bu doğrultuda gerçekleştirilmesidir.

MEHMET ALİ BORAN
Lisans eğitimini 2007 yılında Sakarya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümünde tamamladı. İlk üretimlerini 2009 yılında üreten sanatçı üretimlerine fotoğraf, video ve yerleştirmeler üzerinden devam etti. Kalabalıklar üzerinden ve yaşadığı coğrafyadan hareketle, militarist baskının yarattığı travmayı ve bu travma ile yaşamanın olağanlaşması üzerine işler üretti. Sanatçı, iktidar alanının insanların olağan yaşantısına müdahalesi ile geliştiğine ve bu genişlemenin devamlığı için insan davranışlarına müdahale ettiğine değinirken bu tür bir ortamda bireysel olandan bahsedilemeyeceği gerçekliğini dile getirmeye çalışır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder