7 Haziran 2012 Perşembe


'Dünyanın sonu patlamayla değil, fakat inlemeyle gelecek'
T.S Eliot

“Refresh Memory” adlı video, “dünyanın sonuna” dair farklı bir bakış sunuyor. Videonun ilk sahnesinde, elinde ip olan bir genç, gayet tutarlı ve sakin bir şekilde, belli bir merkezden ipi çekip sürükleyerek sokaklarda koşmaktadır. Bu merkezin ne olduğu ya da aslında bir merkez var mı, o da belli değil. Sonraki sahnelerde de farklı gençler, farklı sokaklarda, ellerinde iplerle koşup sokaktaki her şeyi birbirine bağlamaktadırlar. Videoda dört genç, tüm şehri birbirine bağlıyor ve mahşerin dört atlısı olarak karşımıza çıkıyor. Peki, nedir mahşerin dört atlısına şehri yok etme iradesi veren ya da insanlığın dört atlı karşında çaresiz kaldığı şey? Kimsecikler yok onları durdurmak için, hayat derin bir sükûnet içinde.Gençler sokaklarda insanlarla karşılaşmıyorlar ya da insanlar onlara karşı koymuyor, herkes ya şehri terk etmiş ya da evine kapanmıştır. Mutlak bir sessizlik hakim dünyaya. Her halükarda ortada ortak bir bilinç söz konusu gibi, ortak bir mutabakata varılmış sanki: gençlerin çabasına karşı konulmayacak ve çatışılmayacak.İnsanlar şehri terk etmişlerse yahut gençlere yaratılan her şeyi yok etme görevi verilmişse şayet, bu durum yerleşik hayatın yarattığı kamusal yaşantının tükenişi anlamına gelmektedir. Gençler resmi kıyafetler giyinmedikleri için alınan yıkım kararı gayet insanidir. Mutlak bir demokrasiden, devlet aygıtının olmadığı bir yaşantıdan bahsedilebilir. Bu yönüyle, “Refresh Memory”de sivil bir iradeden bahsediliyor; insanlar kendi kararını verebilecektir, farklıkların çatışma yaratmadığı bir duruma gelinmiştir diyebiliriz.Ne var ki, bir başka ihtimal daha var: ya insanlar şehri terk etmemişlerse, korkudan ya da bir başka duygudan ötürü evlerine kapanmak zorunda kalmışlarsa ya da kapatılmışlarsa? O zaman şüphesiz sokaktaki gençler bir tür ‘iktidar makinesi’ olarak çıkacaktır karşımıza. Hem de en tehlikeli türden 'iktidar makinesi' olan, yapılan eylemlerin kamusal bir dayanağa ihtiyaç duymadığı bir iktidar. Hannah Arent’in değindiği “kötülüğün sıradanlığı” olgusundan söz ediyorum. Burada gençlerin sivil oluşu, yok etme yetkesinin sadece resmi iktidar aygıtının iradesinde olmadığı, bu yetkenin sıradan insan tarafından da kullanabileceği anlamına gelir. Böyle bir süreç yaşanmış mı ya da yaşanılacak mıdır, bilemiyoruz. Evden çıkmayan ya da tutsak edilen insanlar da; her ne olursa olsun, iktidara koşulsuz itaat eden yığınları simgeliyor. Aralarındaki uyum da, insan bilincine yerleştirilen ve neredeyse ilahi bir kurala dönüşen iktidara boyun eğmeyi temsil ediyor.Peki insanları iktidar karşısında böylesine iradesizleştiren şey nedir? Freud “en kötü zorba bile lidersizlikten daha iyidir,” der ve iktidarı zorba ile ilişkilendirir. Klasik lider, yani tür içindeki en güçlü kişi, kişilerin ancak çatışma yolu ile karşı koyduğu ve ulaşabildiği kişidir ve bu çatışmayı sağlayanlar iktidarı ele geçirebilecek farklı zorbalardır. Diğer insanlar elenen bireylerdir, sürü liderine tabi olanlardır. Demokrasi ve çatışma sanırım daha uzunca bir süre evrimsel olarak ilerleyecek ve bir süreç olarak gelişecektir. Bu açıdan bakıldığında medeniyeti, insanın içgüdülerinden arınma süreci olarak değerlendirmek mümkün mü acaba?Çatışmanın olmadığı yerde demokrasiden bahsedilemez. Çatışmaların ve farklılıkların olmadığı, aynılığın egemen olduğu tam ve kusursuz uyum, demokrasi değil totalitarizmdir. Bu anlamda demokrasi de en az çatışma kadar anti-demokratik bir durumu ifade ediyor ama elbette hasarı en aza çekilmiş bir demokrasinin yaratılmasına vesile olan bir çatışma halidir bu ve bunun ötesinde demokrasi söylemi nihilist bir süreçtir. Foucault post yapısalcılık üzerine bir konuşmasında, “insanlar fenomenolojiden kaçarken Nietzsche’ye sarıldılar” diyor. Lacan fenomenleri iktidarla bir tutar ve ikisini de Oidipus kompleksi ile özdeşleştirir. Lacan’a göre, “Oidipus kompleksi olmadan medeniyet devam edemez”. Fenomenlerin hayatımızdan çıkmasına alışkın olmadığımız bir sürece giriyoruz galiba. Tabii tüm bu yorumların ötesinde, yaşadığımız yer; sokaklar, evler yaşantımızdan bir kesittir sadece; yaşanılan her şeyin bir dışavurumu olan bir tablo... Mardin’de yaşayan sanatçı Mehmet Ali Boran’ın, “Refresh Memory” adlı videosu, bir dönemi gözler önüne sermek istiyor ve sanırım o dönem hâlâ devam ediyor, anti-demokratik olarak tabir ettiğimiz olayların, çatışmaların yarattığı travmayı, kişinin kendince bir çıkış yolu bulma durumu olarak sunuyor bize.

* * *

Mehmet Ali Boran, Mardinli bir genç sanatçı. Güncel sanat üzerine çalışıyor ama elbette güncel sanat kavrayışını, kör göze parmak usulü değil, sanatına yedirerek gerçekleştiriyor. 2011’de İnsan Hakları vakfının Depo bünyesinde düzenlediği “Ateşin Düştüğü Yer” adındaki, sergiden de ismini hatırlayacağımız Mehmet Ali Boran’ın esas çalışma alanı video, fotoğraf ve yerleştirme. Hazırladığı kısa ama çarpıcı videolar, siyaset ve sanatın kesişimi, aktüel siyasi meselelerin tıkanma noktalarını işlemesi açısından üzerinde düşünülmeye değer malzemeler sunuyor izleyicilere.
Mahsun Çiçek

http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=852&makale=Mehmet