30 Aralık 2014 Salı

SÖYLEŞI

“Sanat hayatı yakalayabildiği oranda vardır oysa “ in the midst of the border” adındaki videoda hayatı anlayabilen, yaşama dair ideası gerçeğe yakın olan sanatçı değil kaçakçıdır. Bu anlamda videoda izleyici için öncü kişilik, örnek şahsiyet olması gereken sanatçı yersiz iddialar yüzünden kaçakçıya rolünü kaptırmıştır”                                                    

MEHMET ALİ BORAN EBRU     YETİŞKİN’İN”BİLİNMEYEN KOD” SERGİSİ ÜZERİNE   SORULARINI YANITLADI


Ebru Yetişkin: Bilinmeyen kod sizin için ne ifade ediyor?

Mehmet Ali Boran: “Bilinmeyen” bilmek fiilinin olumsuzlaştırmış hali; ne olduğuna, nasıl olduğu, nerede ve ne zaman gerçekleştiğine karar verilmeyen ya da daha önce duyulmamış bir durum olarak düşünülebilir yani bilginin öncesi. “Kod” ise bilinmemekle özdeş sayılabilecek gizli kapaklı, üstü örtülü, varlığı bilinen ama halen dokunulmamış, tartışmaya açılmamış ama her an gerekli uygun ortam sağlandığında çözüme uğrayacak bir kavram. İkisi bir arada kullanıldığında ise nereden, nasıl ve ne zaman geldiği kestirilemeyen olumsuzluk ve gizliliği daha sıkı bir şekilde vurgulamaya çalışılan bir tanım cümlesine dönüşmekte. Bir kelime oyunu oluşturulmuş durumda. Oysa bu cümlenin asıl vurgusu olan “kod” kelimesi kavram gereği keşfedilmiş, bir yerlerde bulunmuş ya da varlığından bir zamanlar haberdar olunmuş ama halen dokunulmamış bir kavram yani gidip görüldüğünde, bulunduğunda veya araştırıldığında çorap söküğü gibi yavaş yavaş çözülmeye başlayacak bir durumda maalesef. Maalesef diyorum çünkü görüldüğü kadar güçlü bir kavram değil, fark edilmiş olması bile onu zaman içinde “kod” olmaktan çıkmasını sağlamaya yetecek. “Bilinmeyen” kelimesiyle perçinlenen bu kavram, yukarıda da değindiğim gibi bir yerlerde bulunuyor ve tanınıyor olmasından kaynaklı bil(inmeyen)gi ulaşılmıştır. Bu şekilde adlandırılmıştır.

Katı olanın buharlaşmasından sebeple bu bil(inmeyen)gi’de kendini açacaktır yani “kod” gizlenmiş, aşırı çözümsüz çelikten kafeslerde gizlenen bir durum, vaziyet değil; bilinmeyenin şekillendirdiği bir hal sadece. Tıpkı sergimizde farklı farklı çalışmalarda ortaya koyduğumuz üretimlerimizin içinde yer alan “kod” ların yine “bilinmeyen kod” sergisiyle çözülmeye başlaması gibi. “The gate” adlı 2013 yılında ortaya koyduğum 1.52 saniyeden oluşan videomda görülen kapalı kapıların ardı ardına açılmasıyla devam eden, her gösterilen kapalı kapının izleyiciye kapının ardına ve dışarıya dair bir “kod” olduğunu sinyalini verirken aynı zamanda bu “kod” lar izleyicide kapılar kapalı halde iken çözülmeye başlar. En basitinden izleyicinin kapının olduğu yerde bir geçiş noktasının varlığından haberdar olması ve bu durumda bir içeri ve bir dışarının varlığı bir “kod”un bilinmesi için bir ipucudur, bir çözülme anıdır. Video ardı ardına açılan kapılarla devam eder.

E.Y: Sergideki işleriniz ile bugünün dijital teknolojilerinin hakim olduğu bir dünyaya nasıl bir bakış sunuyorsunuz?

M.A.B: Bilinmeyen “kod” sergisinde yeni medya tekniklerine eğreti bir bakış sunduk. Yeni medya tekniklerinin ön gördüğü daha fazla teknoloji ve daha fazla dijitalleşmek gibi gereklilikler noktasında sanatçı, küratör ve sergi üçlemesinde birbirimizi yakalamaya çalıştığımız durumlar oldu. Bu yakalamaca sergi fikrinin tartışılmaya başlandığı ilk günden, sergi gerçekleşinceye kadar olan süreç boyunca devam etti. Üretmeye başladığım ilk dönemlerden bugüne, üretimlerim üzerinden ile yakalamam gereken dijital teknolojiler beni beyaz tavşan misali peşinden koşturdu. Bu tavşanla geceleri düz ovada her karşılaştığımda gözlerindeki ışıltı ödümü koparıyor ve her defasında peşinden kopamıyorum.

Sıklıkla dijital teknolojiler aracılığıyla üretimlerini ve izahatlarımı gerçekleştiriyorum.
Bu izahatlarımı çok büyük sözler söylemeden, büyük iddialar ortaya koymadan üretimlerimi sunmaya özen gösteriyorum. Sanat üzerinden büyük iddialar, büyük söylemler ortaya koymak yerine bu iddialar ve söylemlerin biraz daha kökte bulunan nedenlerine bir bakış attırmaya çalışıyorum. Büyük iddialar içinde kendini sınıra vuran sanatçı ile sıradan bir kaçakçının diyaloglarını işlediğim videoda bir kaçakçının sanatçıya nazaran hayatı naif  bir yönden ele alan algısıyla, büyük vaatleri omzuna yükleyen sanatçıya biraz sıradanlaşması gerektiği ve bu yersiz sanatçı triplerini bir kenara bırakıp gerçek hayata dönme nasihati verdiği “in the midst of the border” adındaki videom da olduğu gibi hayata realist çizgiler doğrultusunda bakışlar sunuyorum.

E.Y: Kodları yazmadan kodların açtığı bir dünyada yaşamak sizce neden eğreti bir durum?

M.A.B:
Sergi sanatçı, kodlar, küratör, bilinmezlik… Ortak payda olarak kodlar üzerine gerçekleşen eylemsellikler oldu. Küratör taslak ve sunumunu; sanatçılar da üretimlerimizi “kod”lar etrafında dolaşıp anlatımlarımızı daha fazla nasıl dijitalleştirebiliriz kaygısını bir yandan güttük. Uzunca bir zamandır yeni medya teknikleri üzerine çalışan ve sergiler yapan bir küratörle çalışıyorduk. Dolayısıyla bu sunum onun düşündüğü şekliyle kurgulanacaktı. Kurguyu da sanatçılar olarak müdahil olan bizlerde küratörün ortaya koyacağı sergiyi, yakalamamız gereken bir durumla karşı karşıya kalıyorduk. Küratör bizi, biz küratörü bir anlamda yakalamak için çabaladık. Dijital anlatımın hakim olduğu yeni medya sanatlarına küratör sanatçı ve sergi yakalamaca içinde kimi işlerimi revize ettim, kimilerini de üretirken daha fazla dijitalleştirmek içen çaba sarf ettim. Bu yakalamaca benim için farklı bir deneyime dönüştü. Sergide yer alan 2011 yılında “devre arası


 
adındaki köşeye sıkışan insanları gösterdiğim fakat işimde “bilinmeyen kod” sergisine özel kimi dijital eklemeler yaptım.
“Devre arası'nda “bilinmeyen kod” sergisinde yerleştirme ve sergi mekanına gelen izleyicilerin fotoğrafı temaşa ettikleri anda, bir kamera aracılığı ile kayıt edip temaşa edeninde enteraktif bir şekilde fotoğrafta sıkıştırılan insanlara dönüşmeleri söz konusu oldu. İşte tam da bu ve bunun gibi dijital müdahaleler eğreti bir bakışı oluşturuyor.




E.Y: Sergideki işlerinizden birinden yola çıkarak izleyici ile neler paylaşmak istersiniz?

M.A.B : “in the midst of the border” 



adındaki  5. 10 saniyelik videomda ele aldığım bir kaçakçı ile bir sanatçının sınırın bir yakasından bir başka yakasına yasal olmayan yollarla geçmeye çalışmalarının daha doğrusu kaçakçının sanatçıyı geçmesine yardımcı olmaya çalışırken, kaçakçı ile sanatçı arasında başlayan bir muhabbete odaklanır. Sanatçı bulunduğu yerden bir başka yere sanat götürme iddiasındadır. Sanatçı yanına aldığı çantasında onlarca bilinmeyen kod ile birlikte ümitlenmiştir. Sınırın diğer yakasına geçecek ve orada daha önce yaşadığı yerden getirdiği sanattı yayacak ve bu vesile ile insanların daha mutlu, refah ve sevgi dolu yaşamalarını sağlayacağına olan inancı büyüktür. Ancak sınırın içinde ilerledikçe kaçakçı sanatçının yanında sakladığı kodlarını yavaş yavaş çözer. Sanatçı konuştukça kodlar çözülür. Kodlar çözüldükçe de gerçek sanatçının yüzüne vurulur ve sanatçı kaçakçının ifade ettiği bu gerçeklere bir yerde hak verir gibidir. Buda amacının sekteye uğratacak bir sebep olacağı için git gide sinirlenir. İyilikten, güzellikten yana duran sanatçıdan sert bir sanatçıya dönüşür. Sanat hayatı yakalayabildiği oranda vardır oysa “ in the midst of the border” adındaki videoda hayatı anlayabilen, yaşama dair ideası gerçeğe yakın olan sanatçı değil kaçakçıdır. Bu anlamda videoda izleyici için öncü kişilik, örnek şahsiyet olması gereken sanatçı yersiz iddialar yüzünden kaçakçıya rolünü kaptırmıştır.

E.Y: Sergiyi gerçekleştirme süreci ile ilgili paylaşmak istediğiniz bir şeyler var mı?

M.A.B: Bebek’te bir kahvehane’de sergi fikrini masaya yatırdık. 2011 senesinde sanatçı olarak yer aldığım karma bir serginin hem katalog hem de konuşmacısıydın ( Ebru Yetişkin )
Tanışıklığımız oradan diye hatırlıyorum ( yanlış hatırlıyorsam düzelt lütfen) sergi serüveni içinde başlayan arkadaşlığımız, yeni bir sergi fikri ile devam etti. Derken bir gün projeleri hazırlayıp masaya oturduk, birbirimizi ikna çabaları sergi taslağını oluşturdu o masada üzerine konuşulan sergi kararlı ve titiz bir çalışma sonucu küratör tarafından bu günkü haline evirildi. Bu bizim aramızdaki sanatsal bir süreçti perde arkasında ise canımızı okuyan, can sıkıcı, mide bulandıran, sergi için mekan ve sponsor bulma gibi aşırı can sıkıcı durumlar…
İstanbul’da bulunan onlarca galeri ile görüşüldü, yazışmalar yapıldı her defasında projeyi iyi bulan galeriler bir süre sonra kendi sanatçıları dışında ve dışarıdan bir küratörle sergi yapmaktansa kendi sanatçısına yönelmeyi daha makul bulup, gülümseyen bir e-posta ile projenin çok olduğunu ancak diye devam eden e-posta’lar her defasında sergi fikrinden alı koysa da Ebru’nun elini masaya vurup bu sergi o-la-cak demesi ile yeniden ruh buldu ve sergi şu an halen Maslak 42’de 31 Aralığa kadar izlenebilir.


17 Kasım 2014 Pazartesi

BİLİNMEYEN KOD'TAN GORÜNTÜLER





art full iving

< Bilinmeyen Kod :
Yeni Medya Tart full ivingoplumlarına Eğreti Bir Bakış >

253
12/11/14
İstanbul pürtelaş... Çağdaş sanat fuarlarında giderek payını ve tartışma platformunu artıran dijital sanatlar, bu yıl birbirine yakın tarihlerde düzenlenen Contemporary Istanbul Çağdaş Sanat Fuarı, Amber Sanat ve Teknoloji Festivali ve Makers Fuarı ile karşımıza çıkıyor. Teknoloji, bilim ve sanatı bir araya getiren bu etkinlikler yalnızca video işlerini değil aynı zamanda ses ve ışık enstalasyonlarını, kuramsal tartışmaları, etkileşimli ve jeneratif sanat işlerini, iç mekân mapping projelerini ve robotik tasarımları kapsıyor; yeni medya sanatlarının ekran sanatları olarak algılanmasına müdahale ediyor. 
Ticari galerilerin yanı sıra tasarım ve mimarlık stüdyolarını ve hatta bu alanlarda çalışan yazılım ve teknoloji firmalarını projenin içine çekmeyi arzulayan bu etkinlikler, yeni medya kültürünün müşterekler lehine yayılmasına da aracılık ediyor.

Contemporary Istanbul Fuarı dahilinde ayrıca 42Maslak Art!Space’te 13 Kasım – 11 Aralık tarihleri arasından düzenlenen ve yeni medya kültürlerine eğreti bir bakış sunan “Bilinmeyen Kod” başlıklı bir sergi de bulunuyor. Fotoğraf ve video çalışmalarıyla dijital teknoloji toplumlarını yansıtan Mehmet Çeper ve Mehmet Ali Boran’ın çalışmaları dijital teknolojilerle birlikte yaşarken ortaya çıkan ironiyi ve gündelik paradoksal halleri yakalayabilmesi nedeniyle dikkat çekiyor.

Bugün yeni medya teknolojilerini kodların hayatımızı nasıl dönüştürdüğünü ve bizi nasıl belirlediğini bilmeden kullanmaktayız. Bu tehlikeli bir durum olabilir. Artık oyunun kurallarını tamamen kavrayamıyoruz. Kodları yazmadan ve bilmeden yaşıyoruz.

Her ne kadar teknikle ilgili birçok karar almak zorunda kalsak da, ne dijital teknolojilerdeki kodlarla tam olarak ne oynandığını, ne de onlarla birlikte tam olarak neyin dönüştüğünü kavrayabiliyoruz. Teknolojik dönüşümün ve bu teknolojik dönüşümle ilgili yönetim zihniyetinin yol açtığı sonuçların giderek bizim sorumluluğumuzdan uzaklaştığını hissediyoruz.

Birebir gündelik gerçeklikte teknolojik, siyasi, ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin uzun vadeli sonuçlarının ne olacağını ayırt edemiyoruz. Bu, bizim için bir bilinmeyen kod. Bugün zamanımızın dilini tam olarak bilmeden yaşıyoruz. 

Bilinmeyen Kod, dijital teknolojilerin yüceleştirilmesini içselleştirerek gerçekçi bir yaklaşım öneriyor. Haneke’nin başyapıtlarından biri olan “Bilinmeyen Kod: Bazı Gezilerin Tamamlanmamış Hikayeleri” (2000) adlı filmden ilham alan sergi, gündelik hayatın içindeki mikro-zamanlara ve mikro-mekânlara sızmış çelişkili durumların nasıl deneyimlendiğine odaklanıyor. 

Kod yaratmak, toplumsal ve iletişimsel bir eylem. İşbirliği, uzlaşma ve sorun çözme süreçlerini içeriyor. Kodların nasıl çalıştığını bilmediğimiz takdirde işbirliği, uzlaşma ve sorun çözmeye dair çağdaş süreçlerin nasıl işlediğini kavrama ve bu süreçleri yaratma yöntemlerimiz de kısıtlanıyor.

Tam olarak bilmediğimiz ve ancak yaparken deneyimlediğimiz güncel yaşamın akışında, “Bilinmeyen Kod", tamamlanmamış hallere odaklanıyor. Nitekim bu tamamlanmamışlık halleri, bugün ancak birbiriyle ilişkiye geçtiğinde başkalık yaratma potansiyelini harekete geçirebiliyor. Bu yüzden bir diğeriyle nasıl etkileşime geçtiğimizi belirleyen kodlar ile kodların nasıl yazıldığını ve çalıştığını bilmek önemli.

Sergideki sanatçılar, işte bu bilinmeyen kodlar üzerine kurulu güncel yaşam fragmanlarını ancak birinin diğeriyle karşılaşarak başka bir şeyi açığa çıkardığı anlık durumlarla kesiyor. Böylelikle sergide, bilinmeyen ancak tam da sanatsal eylem koşuluyla izi sürülen siyasi, ekonomik ve toplumsal kodlarla birlikte çalışılıyor. 

Günümüz koşullarında bilgi-iktidarın nasıl yeniden üretildiğini, hatta kalmaya çalışanların ve hatta kalamayanların eylem yolları izlenerek keşfedilmeye çalışılıyor. Sanata, sanatçıya ve sanat eleştirmenine atfedilmiş güncel işlevler güncel kodlarla yeniden sorgulanıyor.  

12-13 Kasım'da, Haliç Kongre Merkezi'nde, Turkcell Teknoloji Zirvesi ile aynı anda yapılacak ilk Istanbul Mini Maker Fuarı ise “kendin yap” kültüründen beslenerek çalışma üretenleri bir araya getiriyor. Bir ilk olması nedeniyle de önemli bir etkinlik olarak not edilmeli. Dijital sanatların belki de en demokratik boyutlarından birini hayata geçiren Maker hareketi, gelişen teknoloji ile beraber, insanın yapma, üretme ve paylaşma içgüdüsünü kolayca tatmin etmesi ile ortaya çıkan ve adı her geçen gün daha da fazla duyulan bir hareket.

Dünyada yeni medya sanatıyla ilgili oluşmuş bir pazar olup olmadığına bakacak olursak, giderek hızla değişen bir trendin olduğunu kavramak zor olmaz. Güzel sanatlar çevresindeki koleksiyonerler, her ne kadar işlerin sergilenme, saklama ve arşivleme sorunlarının yanı sıra özel mülkiyetle ilgili meselelerin nasıl çözüleceğini kestirememekten dolayı, dijital sanat işlerini almakta bugüne kadar çekimser kalsalar da, güncel ekonomik modellerle işin içinden çıkmaya başladılar.
Malum, denklemin ekonomik tarafını değiştirebilirseniz, işlerin rengi de değişmeye başlar. Örneğin İskele47’nin atölyenin çıktılarını sanat ve ticaret dünyası ile buluşturan Erdem Dilbaz’ın kurucuları arasında yer aldığı Nerdworking, bunu sağlayan önemli aktörlerden biri.

Diğer bir örnek ise eserlerin satışına yönelik çevirimiçi müzayedeler ile ilgili. 2011 yılında kurulan Undeterred, Paddle8 adlı çevrimiçi bir müzayede evi, geçtiğimiz yıl ilk kez yalnızca dijital sanatlara ayrılan bir müzayede gerçekleştirdi. Bu etkinlikte 16.000 dolara satışı yapılan en yüksek fiyatlı iş, bu yılki müzayedede yaklaşık 3 katına çıkarak dijital sanatlarda yükselen ivmeyi bize bir kez daha gösterdi. Michael Staniak’ın 1982 tarihinde yaptığı IMG-885 (holografik) adlı iş, grafik arayüzlere sahip dokunmatik ekranlı araçlar, akıllı telefonlar, kişisel bilgisayarlar ve internet gibi dijital teknolojilerin estetiği ile resim sanatını birleştiren bir niteliğe sahip. “Kendimi internette gezinme eylemi ve internet estetiği ile iş üreten bir internet-sonrası sanatçısı olarak görüyorum” diyen sanatçının işi, dijital ve fiziksel arasındaki ayrımın giderek ayırt edilememesi üzerine kurulu.

Dijital efektleri, dijital olmayan unsurlarla yeniden üreterek dijital sanat estetiğini oluşturan Ayşe Gül Süter’in son dönem çalışmalarında da bu simülasyona dayalı ışık, hareket, ses ve yansıma gibi temel unsurlarla oynandığını görüyoruz. Son olarak farklı kuş sürülerini anımsatan 2 boyutlu animasyonları yerleştiren Süter için dijital sanatlar, her ortama uygulanabilirliğinden dolayı giderek daha fazla ilgi çekiyor ve genel izleyiciyle buluşuyor.
2012 yılında Ozan Türkkan ile birlikte Akbank Çağdaş Sanat Atölyesi’nde gerçekleştirdiğimiz “Yeni Medya Sanatları Nasıl Okunabilir?” başlıklı atölye çalışması ve seminerde de dijital sanat işlerinin satışı ve arşivlenmesi konusuna bir gün ayırmıştık. 

İnteraktif işlerin alınıp satılması, bireysel koleksiyonerler için hala epey zor ve meşakkatli. Bu konuyla ilgili bilgi edinilmesi gerekiyor. Kurumsal firmalar bu işlere daha çok ilgi gösteriyor. Turkcell, Vestel ve TTNET gibi kurumlar ARGE ve pazarlamaya yatırım yaparken henüz bu sanatların önemini kavrayamamış gibi duruyor. Öte yandan, 42Maslak gibi bir kurum, dijital sanatlara ilgi duyan ve bir dijital sanat koleksiyon oluşturmayı talep eden yegane aktörlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. 

Türkkan, 2015 yılından sonra İstanbul’da dünyanın diğer ülkelerine göre yeni medya sanatıyla ilgili eserlerin daha çok alınıp satılacağını öngörüyor: “Burada sermaye kesiminin de yeni medya sanatlarına ilgili göstermesi dikkat çekici. Önceden sadece elit kesim bu işlere ilgi gösterirdi. Bugün ise bu alanda üretenler giderek artıyor. Bir de şu çok etkiliyor. Büyük dijital projelerin sahipleri de yeni medya sanatıyla ilgili işlere yönelmeye başladı.” 

Ancak sanatçılar, küratörler ve kurumlar arasında ilişkiler ve b(ağ)lar Türkiye’de hala gelişmeye çok açık. 2000’lerin başında yakalanan ivme hız kesiyor ve bireysel çabalara terk ediliyor gibi duruyor. Kurumlar ve kurumların başındaki kişiler hala çekimser sayılabilir. Klasik sponsorluk ve isminin gözükmesi peşine takılmış miyadı dolmuş bir zihniyet, bu değişimi nasıl yutacağını ve hazmedeceğini bilemiyor gibi duruyor. Oysa dijital sanatlar, paylaşıma ve etkileşime açık  bir yapıya sahip. Tek gereken teşvik, vizyon ve özgüven.

Yine de daha somut sorunlar halen merak konusu. Örneğin dijital sanat işlerinin nasıl satılabileceği ve arşivlenebileceği ile ilgili. Türkkan bu konudaki süreci şöyle açıklıyor: “Burada işin ilk önce kaç edisyon olacağına karar veriliyor. Ayrıca eserlerin sertifikalarını hazırlıyoruz. Bu sertifikaların tekil olmasına özen gösteriyoruz. Sertifikada kaç edisyon olduğu, muhafaza etme koşulları ve alıcının ismi gibi bilgiler yer alıyor. Son olarak da, sanatçının imzası bu sertifikada bulunuyor.” Koleksiyoner, cebinde bu sertifika ve minik bir USB bellek ile evine dönüyor. ABD’de ise dijital sanat eserlerini arşivleyen sivil toplum kuruluşları var. Sanatçılar eserlerini bu kuruluşlarla paylaşarak eserlerinin saklanabilmesini ve farklı formatlara aktarılabilmesini güvence altına alarak kalıcılığı sağlıyor.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, dünyada yükselen dijital sanatların Türkiye’de bir pazarlama ve tanıtım aracı olarak görülmekten çıkarak, açık fikirli ve yenilikçi büyük şirketler ile üniversitelerin faaliyetleriyle iç içe geçmesi gerekiyor. Dijital sanatların ve ilgili sanatsal, bilimsel ve teknolojik etkinlikler ile bilgi üretiminin kurumların yatırımıyla büyümesi önümüzdeki adımlardan biri. Ve bunu ancak gerçekleştirirken ve yaparken deneyimleyebiliriz.


  • Yatay, Dikey, 2014 Mehmet Çeper Yerleştirme


  • Mehmet Ali Boran, Alan Savunması, 2011 Fotoğraf Yerleştirme 80x120


  • Kapı, 2013 Mehmet Ali Boran, Video 2'57"


  • Yatay, Dikey, 2014 Mehmet Çeper Yerleştirme

BİLİNMEYEN KOD' TAN KÜPÜR












Sanat Fuarı’nda ‘Mülksüzleş’ sergisi

İSTANBUL
Güncellenme : 19.10.2014 07:15
Artist 2014 / 24. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı, 8 Kasım’da “İçimizdeki Öteki” temasıyla organize ediliyor. Fuar etkinlikleri yaklaşık bin sanatçının işlerinin sergilendiği galeriler, bağımsız grup ve inisiyatiflerle birlikte 150’ye yakın genç sanatçıya ev sahipliği yapacağı ifade edildi. Ayrıca 10 yıldır genç sanatçılara, gruplara, inisiyatiflere ve üniversitelerin güzel sanatlar fakültesi öğrencilerine yer veren ARTİST 2014, 8 No’lu salonda bağımsız genç sanatçılara yer verecek. Fuar “Mülksüzleş” isimli disiplinlerarası bir sergiye de ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Ali Şimşek’in üstlendiği sergi; mülk, mülksüzleşme ve ütopya konularına odaklanıyor. Ayrıca sergiye paralel olarak düzenlenecek söyleşi ve panellere sanatçı, akademisyen, eleştirmen, uzman ve kurum temsilcileri konuk edilecek. Fuar kapsamında Yunanistan’ın önde gelen galerileri ilk kez Türkiye’de yer alacak. 24. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı, TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım AŞ ve Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğiyle düzenlenen 33. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ile eş zamanlı gerçekleştirilecek.

MÜLKSÜZLEŞ





MÜLKSÜZLEŞ!
(08 – 16 Kasım 2014)
Tüyap
Küratör: Ali Şimşek
Jean-Jacques Rousseau, ünlü çalışması Toplum Sözleşmesi’nde şöyle diyordu: İnsan özgür doğar; oysa her yerde zincire vurulmuştur.
Mülk tarih boyunca en sorunlu ve zorunlu kavramlardan olmuştur. Kimileri için en temel insan hakkı, adaletin temelidir. Kimileri için ise “mülkiyet hırsızlıktır”. Tarih boyunca birbirinden farklı düşünceler mülkiyetle hesaplaştılar. Mülk bir doğa mıydı; ya da tanrısal bir hakikat? Ütopyacılar onu ortadan kaldırmaya çalıştılar, mücadele ve acıyla. Mülksüzleştirme ilişkileri bütün hızıyla sürüyor. Kent koca bir piyasa gibi milim milim parselleniyor, sapsarı vinçlere. “Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek” uzakta bir ütopya gibi parlarken; Mülksüzleş! Bir kurtulma belki de. TÜYAP Artist 2014′de bu yıl disiplinlerarası bir sergiyle mülk, mülksüzleşme ve ütopyaya odaklanıyor.

SANATÇILAR:

Güneş Acur, Bora Akıncıtürk, Cüneyt Aksoy, Serkan Akyol, Yiğit Altıparmakoğulları Anti-Pop,Rafet Arslan, Ahmet Aydın Atmaca, Yusuf Aygeç, Levent Aygül, Bora Başkan, Adem Başpınar, Zeynep Beler, Murat Berköz, Deniz Beşer, Furkan “Nuka” Birgün, Erim Bikkul,Mehmet Ali Boran, Cins, Antonio Cosentino, Yağmur Çalış, Serkan Çatar, Barış Çavuş, Fulya Çetin, Neşe Çetin, Kıymet Daştan, Serkan Demir, Erkan Doğanay, Leyla Emadi, Nazım Serhat Fırat, Leyla Gediz, Murat Germen, Deniz Gökduman, Genco Gülan, Murat Gündüz, Engin Güneysu, Khaled Hafez, Serap İskender, Osman Nuri İyem, Gülüstan Karagüzel, Dila Karpat,Fazilet Kendirci, Ahmet Kiracı, Seydi Murat Koç, 42 Kolektif, Gizem Kovankaya, Mustafa Kula,Gizem Malkoç, Manbor, Taylan Mintaş, Şükran Moral, Ayhan Mutlu,  Ezgi Mutlu, Ercan Olgun,Onston, Ali İbrahim Öcal, Ayşenur Önemci, Can Özal, Mehmet Özenbaş, Emir Özer, Ferhat Özgür, Mahmut Öztürk, Beyza Paksın, Sinem Pehlivan, Çetin Pireci, Deniz Pireci, Neriman Polat, Defter Kazıyıcıları Kooperatifi-Ali Mete Sancaktaroğlu, Gazi Sansoy, Çağrı Saray, Nejat Satı, Şevket Sönmez, Füruzan Şimşek, Tantinist, Tan Taşpolatoğlu, Özge Topçu, Murat Tosyalı, Nesli Türk, Ekin Urcan, Meltem Yakın Üldes, Eşref Yıldırım-Serden Salman, Nalan Yırtmaç, Serkan Yüksel, Fani Zguro, Yücel Zorlu,

12 Haziran 2014 Perşembe

3 Mayıs 2014 Cumartesi





area defance








                                    a hero'dan görüntü