23 Aralık 2012 Pazar

19 Aralık 2012 Çarşamba

6 Aralık 2012 Perşembe

Göz Kararı 2012 Ankara




















17 Aralık 2012 – 13 Ocak 2013 tarihleri arasında Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezinde gerçekleştireceği etkinlikte YAYGARA, ‘Göz Kararı’ sürecinde; irade ve tavrın, otoriteyi sorgulayan, güncel gerçeklikle hesaplaşan, asıl olanın meselesini ortaya çıkaran, bireyin alternatif özelliklerini ve sosyal alanın çeşitliliğini yücelten bir anlayışla, günümüz sanatçılarının akıl ve vicdanlarının kararını ortaya koymaya çalışacaktır.

17.12.2012 – 13.01.2013 Açılış/Opening : 17 Aralık / December 2012, 18:00
ÇANKAYA BELEDİYESİ ÇAĞDAŞ SANATLAR MERKEZİ

SANATÇILAR // ALİ ŞENTÜRK / ALPER AYDIN / AMIN DAWAIE / ARZU EŞ / BARAN ÇAĞINLI / CEVAHİR ÖZDOĞAN / CEVDET SARI / ENGİN ASLAN / ELİF YILDIZ / ERDAL DUMAN / FATİH TAN / GAVİN TURK / GENCO GÜLAN / GENÇ PROJE / GISELE TREMBLEAU / GİZEM ŞENDUR / JOHANNES VOGL / MEHMET ALİ BORAN / MEHMET ALİ UYSAL / MEHMET ÇEPER / MEHMET YILMAZ / MEHTAP BAYDU / MUSTAFA DUYMAZ / MUSTAFA DUYULUER / OSMAN DİNÇ / OSMAN BOZKURT / ÖZLEM ŞİMŞEK / SAEED ENSAFİ / SARKİS / SERKAN DEMİR / SİBEL HORADA / SİNEM DİŞLİ / ŞENİZ AKSOY / ŞEVKET ARIK / TANZER ARIĞ / TİMUR ÇELİK / TIM HAILEY / TUBA MERDEŞE / TUFAN BALTALAR / VEYSEL ŞAYLİ

YAZARLAR // ŞEVKET ARIK / FIRAT ARAPOĞLU / NEVİN YALÇIN BELDAN / HAKKI ENGİN GİDERER

GÖZ KARARI
Gözün hikayesi, nesnenin kendi gerçekliği ve zihnimizde oluşan kurgusal gerçekliğinin inşasını anlatır. Her şeyin temeli olan ‘Var olmak’ fikri, aynı zamanda görünür olmanın zorunluluğunu da içerir. Zihnimiz bu duyumsanabilir olanı sınıflandırırken, kendi gerçeğini yeniden şekillendirir. Böylece gözün kararı, zihinde sorgulanarak, aklın ve vicdanın kararını inşa eder. Günümüz iletişim ortamında hemen her şey görsel algılama alanı üzerinden şekillenmektedir. İmajların, göstergeler halinde zihinlere baskıcı bir etkiyle sunulduğu, görsel şoklamalara maruz kalan insanların, gerçekte neyi gördüğü ve nasıl anlamlandırdığı hep muğlak bir durumdur. Bu muğlaklığın sürekliliğini isteyen odaklar, kendi gözetleme kulelerinden büyük bir göz gibi her şeyi seyretmekte ve istediği an müdahale etmektedir. Emperyalizmin gökdelenlerinde senaryolar hazırlanıp toplumların kaderi kurgulanırken, yaşayacağı coğrafyanın sınırları bile neredeyse ‘göz kararı’yla belirlenmektedir. Şimdilerde ise toplumsal alanda yaşam tarzlarının sınırları belirlenmeye çalışılırken, siyasi ayrımcılık, inançların ötekileştirilmesi, otoritenin dönüştürülmesi, bireyin özgürlüklerinin sınırlarını sorgulanır bir hale gelmesi söz konusudur. Otorite yeni bir birey ve toplum tasarımı yaparken, onun şeklini de kendi belirlemek istemektedir. Gerçeğe açılan pencere olarak bakma, görme ve anlama süreci, maniple edilmiş görüntülerle her zaman aldatılabilir. Bu aldatılmışlık hali bir süre sonra zihnin kontrol edemediği bir bağımlılığa dönüşür. Ve otorite tarafından kurgulanmış durumun sahnelendiği her görüntüyü sorgulamadan izlemeye başlar. Birey artık gördüğünün etkisiyle şekillenen bir dünyaya transfer olmuş demektir. Kitleleri tasarlayan yeni olanaklar çoktan devreye girmiştir ve işlemektedir.

Günümüz insanı tam da ‘göz bebeği’nden isabet almıştır. Hipnotik bir hal ile, kendi gerçeği ve görüntüleri arasında uykuya dalmış durumdadır. Bu süreç, onu kodlamak ve kumanda etmek için ideal bir ortamdır. Daha öncesinde gizli kodlarla tasarlanmış ve uygun ortamda harekete geçecek olan kitle artık hazırdır. Ve müdahale başlamıştır. Ancak gözün bağımlı hali, bireyi uyur gezer halde dolaştırmaya devam etmektedir. Nitekim gözle oranlanarak belirtilen miktar, gözle yapılan ölçme ya da oranlama, anlamına gelen “Göz Kararı” ölçüyü kaçırmış ve odağını kaybetmiştir.

Bu durumdan çıkmanın yolu sadece görünen gerçeğe değil, algılayan zihinlere müdahale ile mümkündür. Artık sanal ortam tecridinden uyanmak, gerçeğin kendisine evrilmek ve dönüşmek gerekmektedir. Dolayısıyla “Göz Kararı” sürecinde Yaygara, irade ve tavrın, otoriteyi sorgulayan, güncel gerçeklikle hesaplaşan, asıl olanın meselesini ortaya çıkaran, bireyin alternatif özelliklerini ve sosyal alanın çeşitliliğini yücelten bir anlayışla, günümüz sanatçılarının akıl ve vicdanlarının kararını ortaya koymaya çalışacaktır.

Metin: Şevket Arık

www.yaygara.info

12 Eylül 2012 Çarşamba

7 Haziran 2012 Perşembe


'Dünyanın sonu patlamayla değil, fakat inlemeyle gelecek'
T.S Eliot

“Refresh Memory” adlı video, “dünyanın sonuna” dair farklı bir bakış sunuyor. Videonun ilk sahnesinde, elinde ip olan bir genç, gayet tutarlı ve sakin bir şekilde, belli bir merkezden ipi çekip sürükleyerek sokaklarda koşmaktadır. Bu merkezin ne olduğu ya da aslında bir merkez var mı, o da belli değil. Sonraki sahnelerde de farklı gençler, farklı sokaklarda, ellerinde iplerle koşup sokaktaki her şeyi birbirine bağlamaktadırlar. Videoda dört genç, tüm şehri birbirine bağlıyor ve mahşerin dört atlısı olarak karşımıza çıkıyor. Peki, nedir mahşerin dört atlısına şehri yok etme iradesi veren ya da insanlığın dört atlı karşında çaresiz kaldığı şey? Kimsecikler yok onları durdurmak için, hayat derin bir sükûnet içinde.Gençler sokaklarda insanlarla karşılaşmıyorlar ya da insanlar onlara karşı koymuyor, herkes ya şehri terk etmiş ya da evine kapanmıştır. Mutlak bir sessizlik hakim dünyaya. Her halükarda ortada ortak bir bilinç söz konusu gibi, ortak bir mutabakata varılmış sanki: gençlerin çabasına karşı konulmayacak ve çatışılmayacak.İnsanlar şehri terk etmişlerse yahut gençlere yaratılan her şeyi yok etme görevi verilmişse şayet, bu durum yerleşik hayatın yarattığı kamusal yaşantının tükenişi anlamına gelmektedir. Gençler resmi kıyafetler giyinmedikleri için alınan yıkım kararı gayet insanidir. Mutlak bir demokrasiden, devlet aygıtının olmadığı bir yaşantıdan bahsedilebilir. Bu yönüyle, “Refresh Memory”de sivil bir iradeden bahsediliyor; insanlar kendi kararını verebilecektir, farklıkların çatışma yaratmadığı bir duruma gelinmiştir diyebiliriz.Ne var ki, bir başka ihtimal daha var: ya insanlar şehri terk etmemişlerse, korkudan ya da bir başka duygudan ötürü evlerine kapanmak zorunda kalmışlarsa ya da kapatılmışlarsa? O zaman şüphesiz sokaktaki gençler bir tür ‘iktidar makinesi’ olarak çıkacaktır karşımıza. Hem de en tehlikeli türden 'iktidar makinesi' olan, yapılan eylemlerin kamusal bir dayanağa ihtiyaç duymadığı bir iktidar. Hannah Arent’in değindiği “kötülüğün sıradanlığı” olgusundan söz ediyorum. Burada gençlerin sivil oluşu, yok etme yetkesinin sadece resmi iktidar aygıtının iradesinde olmadığı, bu yetkenin sıradan insan tarafından da kullanabileceği anlamına gelir. Böyle bir süreç yaşanmış mı ya da yaşanılacak mıdır, bilemiyoruz. Evden çıkmayan ya da tutsak edilen insanlar da; her ne olursa olsun, iktidara koşulsuz itaat eden yığınları simgeliyor. Aralarındaki uyum da, insan bilincine yerleştirilen ve neredeyse ilahi bir kurala dönüşen iktidara boyun eğmeyi temsil ediyor.Peki insanları iktidar karşısında böylesine iradesizleştiren şey nedir? Freud “en kötü zorba bile lidersizlikten daha iyidir,” der ve iktidarı zorba ile ilişkilendirir. Klasik lider, yani tür içindeki en güçlü kişi, kişilerin ancak çatışma yolu ile karşı koyduğu ve ulaşabildiği kişidir ve bu çatışmayı sağlayanlar iktidarı ele geçirebilecek farklı zorbalardır. Diğer insanlar elenen bireylerdir, sürü liderine tabi olanlardır. Demokrasi ve çatışma sanırım daha uzunca bir süre evrimsel olarak ilerleyecek ve bir süreç olarak gelişecektir. Bu açıdan bakıldığında medeniyeti, insanın içgüdülerinden arınma süreci olarak değerlendirmek mümkün mü acaba?Çatışmanın olmadığı yerde demokrasiden bahsedilemez. Çatışmaların ve farklılıkların olmadığı, aynılığın egemen olduğu tam ve kusursuz uyum, demokrasi değil totalitarizmdir. Bu anlamda demokrasi de en az çatışma kadar anti-demokratik bir durumu ifade ediyor ama elbette hasarı en aza çekilmiş bir demokrasinin yaratılmasına vesile olan bir çatışma halidir bu ve bunun ötesinde demokrasi söylemi nihilist bir süreçtir. Foucault post yapısalcılık üzerine bir konuşmasında, “insanlar fenomenolojiden kaçarken Nietzsche’ye sarıldılar” diyor. Lacan fenomenleri iktidarla bir tutar ve ikisini de Oidipus kompleksi ile özdeşleştirir. Lacan’a göre, “Oidipus kompleksi olmadan medeniyet devam edemez”. Fenomenlerin hayatımızdan çıkmasına alışkın olmadığımız bir sürece giriyoruz galiba. Tabii tüm bu yorumların ötesinde, yaşadığımız yer; sokaklar, evler yaşantımızdan bir kesittir sadece; yaşanılan her şeyin bir dışavurumu olan bir tablo... Mardin’de yaşayan sanatçı Mehmet Ali Boran’ın, “Refresh Memory” adlı videosu, bir dönemi gözler önüne sermek istiyor ve sanırım o dönem hâlâ devam ediyor, anti-demokratik olarak tabir ettiğimiz olayların, çatışmaların yarattığı travmayı, kişinin kendince bir çıkış yolu bulma durumu olarak sunuyor bize.

* * *

Mehmet Ali Boran, Mardinli bir genç sanatçı. Güncel sanat üzerine çalışıyor ama elbette güncel sanat kavrayışını, kör göze parmak usulü değil, sanatına yedirerek gerçekleştiriyor. 2011’de İnsan Hakları vakfının Depo bünyesinde düzenlediği “Ateşin Düştüğü Yer” adındaki, sergiden de ismini hatırlayacağımız Mehmet Ali Boran’ın esas çalışma alanı video, fotoğraf ve yerleştirme. Hazırladığı kısa ama çarpıcı videolar, siyaset ve sanatın kesişimi, aktüel siyasi meselelerin tıkanma noktalarını işlemesi açısından üzerinde düşünülmeye değer malzemeler sunuyor izleyicilere.
Mahsun Çiçek

http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=852&makale=Mehmet








8 Mayıs 2012 Salı

Demokrasi ve Çatışma 2012 İstanbul






 KargART sergi
16 Mayıs 2012 Çarşamba 19:30
25 Mayıs 2012 Cuma 20:00
Kadıköy-İstanbul

Küratör :
Fırat Arapoğlu

Demokrasi ve çatışma, ilk bakışta ayrı anlam gruplarında yer alan sözcükler olarak algılanabilir. Halbuki çatışma demokrasinin gelişimi için gereklidir. Kültürel alanda demokrasinin gölgesinde yeşerecek politik/kültürel çatışmalar, demokrasinin varlık sebebidir. Bu ortamda, demokrasinin var olacağı meşruiyet alanını, bu tartışmaların gelişebileceği soykütük araştırmalarını ve toplumun her kesiminin bu konulara destek verecek şekilde analizini yapmak gerekmektedir. Bu, bizlerin toplumdaki olguların ve olayların aktüel dinamiklerini tanımlamamızı ve toplumsal sınıfların yaşam pratiklerindeki güdülenmelerini tespit edebilmemizi sağlayacaktır.

Demokrasi bağlamında, ötekini anlamak zorundayız. Homojen toplum yaratma düşüncesinin son kırıntılarının da önü kesilmeli ve zaten iflas eden bu düşüncenin yerine, demokrasinin yeşerebileceği çoğulcu bir yapıyı savunmak gerekmektedir. İşte sanatın rolü burada yatmakta: Sanat farklılıkları görünür kılabilir ve böylece siyasi meşru zemin yaratamayan farklıların yanında yer alması, sanatın demokrasi içerisindeki çatışmada gücünü gösterebilir.


Sanatçılar:
Mehmet Ali Boran
Hera Büyüktaşçıyan
Mehmet Çeper
Mehmet Fahracı
Gökçe Süvari
Fatih Tan
Sevil Tunaboylu
Demet Yalçınkaya

http://www.kargart.org/