30 Aralık 2014 Salı

SÖYLEŞI

“Sanat hayatı yakalayabildiği oranda vardır oysa “ in the midst of the border” adındaki videoda hayatı anlayabilen, yaşama dair ideası gerçeğe yakın olan sanatçı değil kaçakçıdır. Bu anlamda videoda izleyici için öncü kişilik, örnek şahsiyet olması gereken sanatçı yersiz iddialar yüzünden kaçakçıya rolünü kaptırmıştır”                                                    

MEHMET ALİ BORAN EBRU     YETİŞKİN’İN”BİLİNMEYEN KOD” SERGİSİ ÜZERİNE   SORULARINI YANITLADI


Ebru Yetişkin: Bilinmeyen kod sizin için ne ifade ediyor?

Mehmet Ali Boran: “Bilinmeyen” bilmek fiilinin olumsuzlaştırmış hali; ne olduğuna, nasıl olduğu, nerede ve ne zaman gerçekleştiğine karar verilmeyen ya da daha önce duyulmamış bir durum olarak düşünülebilir yani bilginin öncesi. “Kod” ise bilinmemekle özdeş sayılabilecek gizli kapaklı, üstü örtülü, varlığı bilinen ama halen dokunulmamış, tartışmaya açılmamış ama her an gerekli uygun ortam sağlandığında çözüme uğrayacak bir kavram. İkisi bir arada kullanıldığında ise nereden, nasıl ve ne zaman geldiği kestirilemeyen olumsuzluk ve gizliliği daha sıkı bir şekilde vurgulamaya çalışılan bir tanım cümlesine dönüşmekte. Bir kelime oyunu oluşturulmuş durumda. Oysa bu cümlenin asıl vurgusu olan “kod” kelimesi kavram gereği keşfedilmiş, bir yerlerde bulunmuş ya da varlığından bir zamanlar haberdar olunmuş ama halen dokunulmamış bir kavram yani gidip görüldüğünde, bulunduğunda veya araştırıldığında çorap söküğü gibi yavaş yavaş çözülmeye başlayacak bir durumda maalesef. Maalesef diyorum çünkü görüldüğü kadar güçlü bir kavram değil, fark edilmiş olması bile onu zaman içinde “kod” olmaktan çıkmasını sağlamaya yetecek. “Bilinmeyen” kelimesiyle perçinlenen bu kavram, yukarıda da değindiğim gibi bir yerlerde bulunuyor ve tanınıyor olmasından kaynaklı bil(inmeyen)gi ulaşılmıştır. Bu şekilde adlandırılmıştır.

Katı olanın buharlaşmasından sebeple bu bil(inmeyen)gi’de kendini açacaktır yani “kod” gizlenmiş, aşırı çözümsüz çelikten kafeslerde gizlenen bir durum, vaziyet değil; bilinmeyenin şekillendirdiği bir hal sadece. Tıpkı sergimizde farklı farklı çalışmalarda ortaya koyduğumuz üretimlerimizin içinde yer alan “kod” ların yine “bilinmeyen kod” sergisiyle çözülmeye başlaması gibi. “The gate” adlı 2013 yılında ortaya koyduğum 1.52 saniyeden oluşan videomda görülen kapalı kapıların ardı ardına açılmasıyla devam eden, her gösterilen kapalı kapının izleyiciye kapının ardına ve dışarıya dair bir “kod” olduğunu sinyalini verirken aynı zamanda bu “kod” lar izleyicide kapılar kapalı halde iken çözülmeye başlar. En basitinden izleyicinin kapının olduğu yerde bir geçiş noktasının varlığından haberdar olması ve bu durumda bir içeri ve bir dışarının varlığı bir “kod”un bilinmesi için bir ipucudur, bir çözülme anıdır. Video ardı ardına açılan kapılarla devam eder.

E.Y: Sergideki işleriniz ile bugünün dijital teknolojilerinin hakim olduğu bir dünyaya nasıl bir bakış sunuyorsunuz?

M.A.B: Bilinmeyen “kod” sergisinde yeni medya tekniklerine eğreti bir bakış sunduk. Yeni medya tekniklerinin ön gördüğü daha fazla teknoloji ve daha fazla dijitalleşmek gibi gereklilikler noktasında sanatçı, küratör ve sergi üçlemesinde birbirimizi yakalamaya çalıştığımız durumlar oldu. Bu yakalamaca sergi fikrinin tartışılmaya başlandığı ilk günden, sergi gerçekleşinceye kadar olan süreç boyunca devam etti. Üretmeye başladığım ilk dönemlerden bugüne, üretimlerim üzerinden ile yakalamam gereken dijital teknolojiler beni beyaz tavşan misali peşinden koşturdu. Bu tavşanla geceleri düz ovada her karşılaştığımda gözlerindeki ışıltı ödümü koparıyor ve her defasında peşinden kopamıyorum.

Sıklıkla dijital teknolojiler aracılığıyla üretimlerini ve izahatlarımı gerçekleştiriyorum.
Bu izahatlarımı çok büyük sözler söylemeden, büyük iddialar ortaya koymadan üretimlerimi sunmaya özen gösteriyorum. Sanat üzerinden büyük iddialar, büyük söylemler ortaya koymak yerine bu iddialar ve söylemlerin biraz daha kökte bulunan nedenlerine bir bakış attırmaya çalışıyorum. Büyük iddialar içinde kendini sınıra vuran sanatçı ile sıradan bir kaçakçının diyaloglarını işlediğim videoda bir kaçakçının sanatçıya nazaran hayatı naif  bir yönden ele alan algısıyla, büyük vaatleri omzuna yükleyen sanatçıya biraz sıradanlaşması gerektiği ve bu yersiz sanatçı triplerini bir kenara bırakıp gerçek hayata dönme nasihati verdiği “in the midst of the border” adındaki videom da olduğu gibi hayata realist çizgiler doğrultusunda bakışlar sunuyorum.

E.Y: Kodları yazmadan kodların açtığı bir dünyada yaşamak sizce neden eğreti bir durum?

M.A.B:
Sergi sanatçı, kodlar, küratör, bilinmezlik… Ortak payda olarak kodlar üzerine gerçekleşen eylemsellikler oldu. Küratör taslak ve sunumunu; sanatçılar da üretimlerimizi “kod”lar etrafında dolaşıp anlatımlarımızı daha fazla nasıl dijitalleştirebiliriz kaygısını bir yandan güttük. Uzunca bir zamandır yeni medya teknikleri üzerine çalışan ve sergiler yapan bir küratörle çalışıyorduk. Dolayısıyla bu sunum onun düşündüğü şekliyle kurgulanacaktı. Kurguyu da sanatçılar olarak müdahil olan bizlerde küratörün ortaya koyacağı sergiyi, yakalamamız gereken bir durumla karşı karşıya kalıyorduk. Küratör bizi, biz küratörü bir anlamda yakalamak için çabaladık. Dijital anlatımın hakim olduğu yeni medya sanatlarına küratör sanatçı ve sergi yakalamaca içinde kimi işlerimi revize ettim, kimilerini de üretirken daha fazla dijitalleştirmek içen çaba sarf ettim. Bu yakalamaca benim için farklı bir deneyime dönüştü. Sergide yer alan 2011 yılında “devre arası


 
adındaki köşeye sıkışan insanları gösterdiğim fakat işimde “bilinmeyen kod” sergisine özel kimi dijital eklemeler yaptım.
“Devre arası'nda “bilinmeyen kod” sergisinde yerleştirme ve sergi mekanına gelen izleyicilerin fotoğrafı temaşa ettikleri anda, bir kamera aracılığı ile kayıt edip temaşa edeninde enteraktif bir şekilde fotoğrafta sıkıştırılan insanlara dönüşmeleri söz konusu oldu. İşte tam da bu ve bunun gibi dijital müdahaleler eğreti bir bakışı oluşturuyor.




E.Y: Sergideki işlerinizden birinden yola çıkarak izleyici ile neler paylaşmak istersiniz?

M.A.B : “in the midst of the border” 



adındaki  5. 10 saniyelik videomda ele aldığım bir kaçakçı ile bir sanatçının sınırın bir yakasından bir başka yakasına yasal olmayan yollarla geçmeye çalışmalarının daha doğrusu kaçakçının sanatçıyı geçmesine yardımcı olmaya çalışırken, kaçakçı ile sanatçı arasında başlayan bir muhabbete odaklanır. Sanatçı bulunduğu yerden bir başka yere sanat götürme iddiasındadır. Sanatçı yanına aldığı çantasında onlarca bilinmeyen kod ile birlikte ümitlenmiştir. Sınırın diğer yakasına geçecek ve orada daha önce yaşadığı yerden getirdiği sanattı yayacak ve bu vesile ile insanların daha mutlu, refah ve sevgi dolu yaşamalarını sağlayacağına olan inancı büyüktür. Ancak sınırın içinde ilerledikçe kaçakçı sanatçının yanında sakladığı kodlarını yavaş yavaş çözer. Sanatçı konuştukça kodlar çözülür. Kodlar çözüldükçe de gerçek sanatçının yüzüne vurulur ve sanatçı kaçakçının ifade ettiği bu gerçeklere bir yerde hak verir gibidir. Buda amacının sekteye uğratacak bir sebep olacağı için git gide sinirlenir. İyilikten, güzellikten yana duran sanatçıdan sert bir sanatçıya dönüşür. Sanat hayatı yakalayabildiği oranda vardır oysa “ in the midst of the border” adındaki videoda hayatı anlayabilen, yaşama dair ideası gerçeğe yakın olan sanatçı değil kaçakçıdır. Bu anlamda videoda izleyici için öncü kişilik, örnek şahsiyet olması gereken sanatçı yersiz iddialar yüzünden kaçakçıya rolünü kaptırmıştır.

E.Y: Sergiyi gerçekleştirme süreci ile ilgili paylaşmak istediğiniz bir şeyler var mı?

M.A.B: Bebek’te bir kahvehane’de sergi fikrini masaya yatırdık. 2011 senesinde sanatçı olarak yer aldığım karma bir serginin hem katalog hem de konuşmacısıydın ( Ebru Yetişkin )
Tanışıklığımız oradan diye hatırlıyorum ( yanlış hatırlıyorsam düzelt lütfen) sergi serüveni içinde başlayan arkadaşlığımız, yeni bir sergi fikri ile devam etti. Derken bir gün projeleri hazırlayıp masaya oturduk, birbirimizi ikna çabaları sergi taslağını oluşturdu o masada üzerine konuşulan sergi kararlı ve titiz bir çalışma sonucu küratör tarafından bu günkü haline evirildi. Bu bizim aramızdaki sanatsal bir süreçti perde arkasında ise canımızı okuyan, can sıkıcı, mide bulandıran, sergi için mekan ve sponsor bulma gibi aşırı can sıkıcı durumlar…
İstanbul’da bulunan onlarca galeri ile görüşüldü, yazışmalar yapıldı her defasında projeyi iyi bulan galeriler bir süre sonra kendi sanatçıları dışında ve dışarıdan bir küratörle sergi yapmaktansa kendi sanatçısına yönelmeyi daha makul bulup, gülümseyen bir e-posta ile projenin çok olduğunu ancak diye devam eden e-posta’lar her defasında sergi fikrinden alı koysa da Ebru’nun elini masaya vurup bu sergi o-la-cak demesi ile yeniden ruh buldu ve sergi şu an halen Maslak 42’de 31 Aralığa kadar izlenebilir.